Yıllarca okursun ya da çalışırsın. Okuma evresinde birilerini senin adına mesleğini seçmeye başlar. Birileri senin adına yorum yapmaya başlar. Üniversite sınavını kazanıp kazanmadığınla ilgilenmeye başlarlar. Bir baskı hissedersin. Hiç bilmedikleri bir bölümü ve sadece kulaktan duyma bilgilerle iyi olduğunu düşündükleri için sana önermeye başlarlar. Bir şekilde okursun, okulu bitirirsin. Ama yine bitmez baskılar. Ne zaman atanacaksın baskıları başlar. Çalışacağın kuruma bile karar vermeye başlarlar. Atanırsın, atanırsın da bu da yetmez. Ne zaman evleneceksin baskıları gelir ardından. Evlenirsin, yine bitmez. Ne zaman çocuk sahibi olursun baskıları başlar. Bunu da normal karşılarsın. Ama bir de çocuğa isim bulma çabaları. Anlayacağınız hep birileri hayatınıza şekil vermeye, karar vermeye başlar. Tüm bunları yerine getirince de öylece yapayalnız kalırsınız. Kimse de gelip mutlu musunuz diye sormaz. Öylece kalırsınız. Sonra mı?
Sonra, yarım ölümden erken çıkıp derin bir nefes alınca yeniden doğmuş gibi hissedeceksiniz. Her şeyin şems batana kadar olduğunu fark edeceksiniz. Yıldızlarla baş başa kalsanız bile aydınlığa özlem duyacaksınız. Bu döngü bir ömür aynı şekilde devam edecektir. Eğer bir gün şems doğarken sahip olduklarınızı düşünmeye zaman ayırırsanız, emin olamamakla beraber bekçilik yaptığınızı hissedebileceğinizi söyleyebilirim.
Sahip olduğunuz sayısız gayrimenkuller, araçlar ve bankalardaki paralarınız. Hayatınız boyunca bir şeyleri yaşamak adına hayal kurmuşsunuz ama ömrünüzün geri kalanını sadece bunlara bekçilik yapmak için harcadığınızı anlamak işkence.
Ne acı ve tuhaf değil mi? Bir insanın bir yılda sadece 52 tane pazarı bulunmaktadır. Acaba kaç pazarlık ömrümüz kaldı. Acaba kaç pazarımızı istediğimiz gibi yaşayabiliyoruz?